ENBİYA 30 / 33 |
أَوَلَمْ
يَرَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا أَنَّ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضَ
كَانَتَا
رَتْقاً
فَفَتَقْنَاهُمَا
وَجَعَلْنَا مِنَ
الْمَاء
كُلَّ
شَيْءٍ
حَيٍّ
أَفَلَا
يُؤْمِنُونَ
{30}
وَجَعَلْنَا
فِي
الْأَرْضِ رَوَاسِيَ
أَن تَمِيدَ
بِهِمْ
وَجَعَلْنَا
فِيهَا
فِجَاجاً
سُبُلاً
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
{31}
وَجَعَلْنَا
السَّمَاء
سَقْفاً
مَّحْفُوظاً
وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا
مُعْرِضُونَ
{32} وَهُوَ
الَّذِي
خَلَقَ
اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
كُلٌّ فِي
فَلَكٍ
يَسْبَحُونَ
{33} |
30.
Acaba kafirler görmedi mi ki göklerle yer birleşik ve yapışık idi. Biz onları
ayırdık ve canlı her şeyi sudan yarattık. Hala imana gelmezler mi?
31. Ve
yer onları çalkalamasın diye onda sağlamlaştırıcı kazıklar yarattık. Orada yol
bulabilsinler diye de ondaki dağlar arasından yollar açtık.
32. Ve
gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Halbuki yine onlar O'nun ayetlerinden yüz
çeviricidirler.
33. O gece
ve gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzerler.
"Acaba kafirler
görmedi mi ki?" buyruğundaki; " ... medimi ki" buyruğu genel
olarak "vav" ile okunmuştur. İbn Kesir, İbn Muhaysın, Humeyd ve Şibl
b. Abbad ise "vav"sız, (...) diye okumuşlardır. Mekke Mushaf'ında da
bu böyledir. "Görmedi mi ki"; bilmedi mi ki anlamındadır.
"Göklerle yer
birleşik ve yapışık idi." el-Ahfeş dedi ki: Burada: "(İkisi)
idi" şeklinde gelmesi gök ve yerin iki ayrı sınıf olmasındandır. Nitekim
Araplar "onların ikisi iki siyah erkek devedir" derlerken, yine bu
şekilde tesniyeye riayet ederek söylerler. Nitekim Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Muhakkak Allah göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar.
"(Fatır, 41)
Ebu İshak dedi ki:
Burada "idi(ler)" lafzının tesniye geliş sebebi semavattan tek bir
sema gibi söz edilmesinden dolayıdır. Çünkü bütün semavat bir tek sema idi.
Arzlar da aynı şekilde böyleydi. Yüce Allah'ın burada "birleşik ve
yapışık" anlamındaki lafzı tekil olarak kullanıp "ikisi birleşik ve
yapışık idi" şeklinde tesniye kullanmayışı da bunun mastar oluşundandır.
İkisi de birleşik ve yapışık olmak özelliğinde idi, anlamındadır. el-Hasen bu
lafzı "te" harfini de üstün olarak; (...) diye okumuştur. İsa b. Ömer
dedi ki: Bu doğru bir okuyuştur ve bir söyleyiştir. "er-Ratk" sed ve
kapalı olmak demektir. Fetk'ın (söküp ayırmanın) zıttıdır. Mesela; "Söküğü
kapattım, kapatırım, kapandı" denilir. Ferci dar olana
"er-retka" denilmesi de buradan gelmektedir.
İbn Abbas, el-Hasen,
Ata, ed-Dahhak ve Katade şöyle demişlerdir: Yani gökler ve yer tek bir bütün
idiler. Ve bunlar birbirlerine yapışıktılar. Yüce Allah ikisinin arasını hava
ile ayırdı. Ka'b da böyle demiştir: Allah gökleri ve yeri birbirinin üstünde
yarattı. Sonra aralarında bir rüzgar var etti ve bu rüzgarla onları birbirinden
ayırıp uzaklaştırdı. Gökleri yedi gök, yeri de yedi yer yaptı.
İkinci bir görüş de
Mücahid, es-Süddi ve Ebu Salih tarafından şöylece ifade edilmiştir: Semalar tek
bir tabaka halinde birbiri içinde idi. Yüce Allah bunları birbirinden ayırdı ve
yedi sema haline getirdi. Yerler de aynı şekilde birbirine bitişik tek bir
tabaka halinde idi.
Yüce Allah onları da
birbirinden uzaklaştırıp yedi tabaka haline getirdi. Bunu el-Kutebi de
"Uyunu'l-Ahbar" adlı eserinde İsmail b. Ebi Halid'den şanı Yüce
Allah'ın: "Acaba kafirler görmedi mi ki göklerle yer birleşik ve yapışık
idi. Biz onları ayırdık" buyruğu hakkındaki açıklamalarından nakletmekte
ve şöyle demektedir: Sema tek başına ayrı bir mahluk, yer de tek başına ayrı
bir mahluk idi. Yüce Allah birinden yedi sema ayırdı, ötekinden de yedi arz
yarattı. En üstteki arzı yaratıp oranın sakinlerini cinler ve insanlar kıldı.
Orada nehirler açtı, meyveler, bitkiler yetiştirdi. Denizleri yarattı ve oraya
mer'a adını verdi. Onun eni de beşyüz yıllık bir mesafedir. Daha sonra ikinci
arzı da eni ve kalınlığı itibariyle onun gibi yarattı, orada da bir takım
kavimler var etti. Bunların ağızları köpek ağzı gibi, elleri ise insan eli
gibidir. Kulakları sığır kulaklarına, saçları da koyun tüylerine benzer.
Kıyametin yakınlaşacağı sırada yer onları Ye'cuc ve Me'cuc'un üzerine bırakır.
Bu arzın adı da "ed-Dekma"dır. Sonra üçüncü arzı yarattı. Bunun da
kalınlığı beşyüz yıllık bir mesafedir.
Bundan da arza doğru bir
hava (akımı) vardır. Dördüncüsünde ise karanlık ve cehennem ehli için siyah
katırları andıran akrepler yarattı. Bu akreplerin uzun atların kuyruklarını
andıran kuyrukları vardır. Biri diğerini yer ve bunlar Ademoğullarına musallat
edilir. Sonra beşinci arzı, kalınlığı eni ve boyu itibariyle onun gibi olmak
üzere yarattı. Bu arzda cehennem ehli için zincirler, bukağılar ve tasmalar
vardır. Sonra altıncı arzı yarattı, bunun da adı Mad'dır. Orada simsiyah taşlar
vardır. Adem (a.s.)ın toprağı da buradan yaratılmıştır.
Kıyamet gününde bu siyah
taşlar ve bunda ki her bir taş, pek büyük bir dağ gibi gönderilecektir. Bu
büyük taşlar kibrittendir, kafirlerin boyunlarına asılacak ve yüzlerini,
ellerini yakıncaya kadar tutuşacak, yanacaktır. İşte Yüce Allah'ın: (Yakıtı
insanlar ve taşlar olan ... o ateş" (el-Bakara, 24) buyruğunda anlatılan
budur. Arkasından yedinci arzı yarattı, bunun da adı Arabiyye'dir. Cehennem de
oradadır. Burada iki tane kapı vardır. Birisinin adı Siccin'dir, diğeri ise
el-Galak adındadır. Siccin denilen kapı açıktır. Kafirlerin amel defterleri
oraya ulaşır. İsa (a.s.)a indirilen sofraya rağmen iman etmeyenlerle, Firavun
kavmi bu kapıya arz olunurlar (ve Berzah azabım çekerler.) el-Galak denilen
kapı ise kilitli olup kıyamet gününe kadar açılmayacaktır.
el-Bakara Suresi'nde
(29. ayet, 8. başlıkta) arzların sayısının yedi olduğuna ve her birisinin
arasında beşyüz yıllık bir mesafe bulunduğuna dair açıklamalar geçmişti.
İleride Yüce Allah'ın izniyle et-Talak Suresi'nin sonlarında (16. ayetin
tefsirinde) daha başka açıklamalar da gelecektir.
Üçüncü bir görüşü de
İkrime, Atiyye, İbn Zeyd ve -el-Mehdevı'nin zikrettiğine göre- yine İbn Abbas
şöylece ifade etmiştir: Gökler yapışık idi, yağmur yağdırmıyordu. Yer de aynı
şekilde yapışıktı, bitki bitirmiyordu. Yüce Allah semayı yağmur ile yeryüzünü
de bitki ile ayırdı. Buna benzer bir anlam da Yüce Allah'ın şu buyruklarında
dile getirilmektedir: "Andolsun dönüşlü olan semaya ve yarılan yere ...
"(et-Tarık, 11-12) et-Taberı de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü bundan
sonra da: "Ve canlı herşeyi sudan yarattık. Hala imana gelmezler mi?"
diye buyurmaktadır.
Derim ki: Gözle görmekle
ve gözlem ile bununla ibret alınacak hususlar vardır. Bundan dolayı Yüce Allah
bu hususu birden çok ayet-i kerimede bize haber vermektedir ki, kudretinin
kemaline, öldükten sonra dirilişe ve amellerin karşılıklarının verileceğine
delil teşkil etsin. Şair şöyle demiş: "Öfkelendiler mi onlar için basit
kalır, Düşmanların gazabı ve boyun eğdirmesi. Bir de açıkları kapatmakla,
kapalıları açmak, Ve bir de işleri bozmak ve bağlamak."
"Ve canlı her şeyi
sudan yarattık" buyruğu ile ilgili olarak üç türlü açıklama yapılmıştır:
Birinci açıklamaya göre
O, herşeyi sudan yaratmıştır. Bu görüş Katade'nindir.
İkincisine göre,
herşeyin hayatının korunması su ile mümkündür. üçüncü açıklamaya göre; Biz
canlı olan her şeyi sulbün suyundan yarattık. Bu açıklamayı da Kutrub
yapmıştır.
"Yarattık"
demektir. Ebu Hatim el-Bustı, "el-Müsned es-Sahih" adlı eserinde
rivayet ettiğine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü, dedim.
Seni görünce gönlüm bir hoş oluyor, gözüm aydın oluyor. Sen bana herşeyden
haber verir misin? Şöyle buyurdu: "Herşey sudan yaratıldı" Ebu Hatim
dedi ki: Ebu Hureyre'nin: "Herşeyden bana haber ver" sözü ile o,
sudan yaratılmış herşeyden bana haber ver, demek istemiştir. Bu kanaatin
doğruluğunun delili de Mustafa (a.s.)ın kendisine: "Herşey sudan
yaratılmıştır" diye cevap vermiş olmasıdır. Velev ki (ondan) yaratılmamış
olsa dahi.
Bu ise; daha önce geçen
göklerin ve yerin bitişik olduklarına dair delilden ayrı bir delildir.
Şöyle de denilmiştir:
"Herşey (el-kül)" bazen "bazı şeyler" anlamında da
kullanılabilir. Yüce Allah'ın: "Kendisine herşeyden verilmiş"
(en-Neml, 23) buyruğu ile: "Rabbinin emri ile her şeyi helak eder."
(el-Ahkaf, 25) buyruğunda olduğu gibi. Ancak sahih olan umum ifade ettiğidir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Herşeyi sudan yaratmıştır" diye
buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Hala imana
gelmezler mi?" Gördüklerine, bunların kendiliklerinden olmadığına, aksine
bir var edici tarafından var edildiklerine, herşeyi idare eden tarafından icat
edildiği ne ve bütün bunların var edicisinin sonradan yaratılmış olmasının
mümkün olmadığına inanmaz ve bu gerçekleri tasdik etmezler mi?
"Ve yer onları
çalkalamasın diye onda sağlamlaştırıcı kazıklar" son derece sağlam ve
sarsılmaz dağları "yarattık." Yerin üzerinde iyice karar kılınsın,
yer hareket etmesin, onları çalkalamasın diye böyle yaptık. Bu açıklamayı
Kufeliler yapmıştır. Basralılar ise şöyle demiştir: Yani onun çalkalanmasını
istemediğimiz için böyle yaptık. (Ayet-i kerimede geçen): "el-Meyd"
hareket etmek, deveran etmek demektir. Mesela; "Başı döndü" demektir.
Buna dair açıklamalar yeterli bir şekilde en-Nahl Suresi'nde (15. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Orada yol
bulabilsinler" yeryüzünde yolculuk yapma imkanını elde edebilsinler
"diye de ondaki dağlar arasından yollar açtık." Bu yolların oradaki
dağlar arasından açıldığına dair açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.
"el-Ficac"
gidilebilecek yollar demektir. (Tekili olan): el-Fecc: İki dağ arasındaki geniş
yol demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Biz yerde geniş yollar açtık.
et-Taberi'nin tercih ettiği görüş budur. Bu tercihe sebeb ise "yol
bulabilsinler diye" ifadesidir. Bundan sonra gelen "yollar"
ifadesi "el-ficac"in tefsiridir. Çünkü "el-fecc" bazen bir
yere ulaşan ve izlenen bir yol olabilir de, öyle olmayabilir de.
Bunlardan ibret alarak
dinleriyle hidayet bulabilsinler (doğru dini bulabilsinler) diye ... şeklinde
de açıklanmıştır.
"Ve gökyüzünü
korunmuş bir tavan yaptık." Onu düşmeye ve yeryüzünün üstüne çökmeye karşı
korunmuş kıldık. Buna delil de Yüce Allah'ın: "O'nun izni olmadıkça, yerin
üzerine düşmesin diye semayı O tutuyor" (elHac, 65) buyruğudur.
Şöyle de denilmiştir: O
(sema) yıldızlarla, şeytanIara karşı korunmuştur.
Bu açıklamayı el-Ferra
yapmıştır. Buna delil Yüce Allah'ın: "Biz o göğü koğulmuş her şeytandan
koruduk. "(el-Hicr, 17) buyruğudur.
Orasını yıkılmaktan ve
çözülmekten, herhangi bir yol ile birilerinin oraya ulaşmasından yana onu
koruduk, diye açıklandığı gibi; herhangi bir direğe ihtiyaç duymaksızın
korunmuştur, diye de açıklanmıştır. Mücahid; yükseltilmiştir diye açıklamıştır.
Şirk ve masiyetlere karşı korunmuştur, diye açıklayanlar da olmuştur.
"Halbuki yine
onlar" kafirler "O'nun ayetlerinden yüz çeviricidirler."
Mücahid'den (ayetlerden) kasıt, güneş ve aydır, dediği rivayet edilmiştir.
Ayetlerin semaya izafe edilmesi, bunların orada yaratılmış olmalarındandır.
Ayetleri başka yerlerde kendi nefsine de izafe etmiştir. Çünkü onları var eden
kendisidir.
Müşriklerin semalara,
oranın gece, gündüz, güneş, ay, yörüngeler, rüzgarlar, bulutlar ve onlarda
bulunan Yüce Allah'ın kudretinin eserlerinden ibaret olan ayetlere (belge ve
mucizelere) bakarak üzerlerinde dikkatle düşünmekten gaflette olduklarını beyan
etmektedir. Çünkü bunlara bakıp ibretle düşünecek olurlarsa, bunların bir, tek,
mutlak kudret sahibi ve yaratıcısının olduğunu, ortağının olmasının da
imkansızlığını kesinlikle bilirlerdi.
"O gece ve gündüzü,
güneşi ve ayı yaratandır." Kendilerine bir nimet daha hatırlatmaktadır.
Geceyi içinde sükun bulsunlar, gündüzü de geçimleri için gerekeni yapsınlar
diye yaratmıştır. Ayrıca güneşi, gündüzün ayeti, ayı da gecenin ayeti
kılmıştır. Böylelikle aylar, yıllar ve hesap bilinebilsin diye. el-İsra
Suresi'nde (12. ayetin tefsirinde) geçtiği gibi.
"Her biri"
yani güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüz "bir yörungede
yüzerler." Suda yüzer gibi hızlıca akarlar ve yol alırlar. Söz
söyleyenlerin en doğrusu olan Yüce Allah: "Dalıp yüzenlere de andolsun ki
..." (Naziat, 3) diye buyurmaktadır. Koşarken ön ayaklarını ileri atan ata
da "yüzen" anlamında: "Sabih" denilir.
Bu buyrukta nahiv
bakımından şu husus dikkat çekicidir. Yüce Allah burada: (...) veya; (...) şeklinde
(çoğul müennesi hatırlatan) bir kip kullanmamıştır. Sibeveyh'in görüşüne göre
Yüce Allah bu varlıklar hakkında aklı eren varlıkların işi gibi bir iş
yaptıklarını haber verip itaatte onları akıllı varlıklar seviyesinde dile
getirince, onlar hakkında da (akıllı varlıklar için kullanılan) "vav"
ve "nun" ile çoğul olarak haber vermektedir. el-Ferra'nın açıklaması
da buna yakındır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden Yusuf Suresi'nde (4.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
el-Kisai de şöyle demektedir:
Burada "yüzerler" fiilinin "vav-nun" ile çoğul gelmesi
ayet-i kerimenin sonu oluşundan dolayıdır. Nitekim bir başka yerde: "Biz
birbirine yardım eden bir topluluğuz. "(el-Kamer, 44) diye buyurmuş ve
bunu çoğul olarak "vav-nun" ile getirmemiştir.
Bir görüşe göre asıl
akıp yüzüş "yörünge" içindir. O bakımdan bu ona nisbet edilmiştir.
Ancak daha doğru olan gezegenin yörüngede aktığıdır. Bu yörüngeler meleklerin
alanı ve melekutun esbabı olan tabaka tabaka olan göklerin dışında yedi tanedir.
Ay en yakın yörüngededir. Bundan sonra Utarit (merkür), sonra Zühre (venüs),
sonra Güneş, sonra Merih (mars), sonra Müşteri (jüpiter), sonra Zuhal (satürn),
sonra burçların yörüngesi gelir, dokuzuncusu ise en büyük felektir.
Felek, gezegenlerin
yörüngeleri demek olan "eftak"in tekilidir.
Ebu Amr dedi ki: Bu
kelimenin çoğulunun "fu'l" (yani fulk) şeklinde yapılması da
mümkündür. "Arslan, arslanlar, tahta, tahtalar" gibi.
Bu kelimenin aslı dönmek
anlamındadır. Nitekim dönüp durduğu için kirmenin "felke"si de buradan
gelmektedir. "Kadının memesi yuvarlaklaştı" ifadesi de buradan
gelmektedir.
İbn Mes'ud'un naklettiği
hadiste de şöyle demektedir: Ben atımı adeta bir felekte dönüyormuş gibi
bıraktım. Atını dönüşü dolayısıyla üzerinde yıldızların döndüğü semanın felekine
benzetmiş gibidir.
İbn Zeyd dedi ki:
Felekler yıldızların, güneşin ve ayın akıp gittiği yerlerdir. Bunlar sema ile
arz arasındadırlar.
Katade ise şöyle
demiştir: Felek semanın sabit olması ile birlikte yıldızlarla beraber semadaki
bir dairesel dönüştür.
Mücahid de şöyle
demektedir: Felek, değirmenin merkez noktasını ve eksenini teşkil eden demiri
şeklindedir.
ed-Dahhak da şöyle
demiştir: Feleği, onun akışı ve hızlıca yol alışıdır. Feleğin dairesel bir
dalga olduğu, güneş ve ay'ın onun içinde aktığı da söylenmiştir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN